2 Ocak 2011 Pazar

399km476km190km

İki gün geçti ömrümden dolu uzundu yolu. Ankara’dan başladı. Kaos şehrine uğradı. Orda durdu, baktı, gördü, tattı, hissetti, aldı, verdi, şaşırdı ve sonunda midesini bozdu. Dostlarla geçen güzel gecenin sonu da başlangıcı gibi erken son buldu. İstanbul trafiğinde kalmama korkusu topladı erkenden bizi bir araya. Devam etti yoluna Marmara’nın yanından. Silivri Yeni çiftlik, Tekirdağ derken açtım gözümü Eceabat sularında. Midemi bozduğumdan uğradığımız temiz opet tuvaletlerini saymazsak. Doğayı bu kadar kirletip tuvaletleri bu kadar temiz tutan bir sosyal sorumluluk projesi. Sosyal sokumluluk ama hissettirmeme projesi. Ağabeyim sürmese arabayı ne giderdim ne uyanırdım ne de görebilirdim anamın babamın sevincini. Kendime geldiğimde abim kahve içiyordu yanımda arkasında gırtlağına kadar Çanakkale’ye bulaşmış bi manzara. Midem de yılbaşının pis boğazı gözümde Türkiye’nin kızıl kumlu boğazı. Elimde bir sıcak çay ki, elimde ısındı yüreğim de;

Ağabeyim : Kahven var mı ağabey ?

Çaycı ağabey: var ağabeycim.

A: bir sade bir orta kahve alabilir miyiz?

Ç: tamam ağabey ama siz çeyrek geçeye mi bineceksiniz? Ben bir bakayım kaç dakika var.

Zordu rastlamak istanbulda böyle şeylere etkilenmişti abim. Uzun süredir yaşadığı bayalıklar onu canından bezdirmişti. Ucuz ilişiklerle pahalı bi şehirde ticaret yapmak zorundaydı çünkü. O zaten severdi ince düşünceyi, nezaketi İstanbul’un kabalığına inat. Kilitbahir açtı egenin sıcak kapısını içten bi klik sesiyle. Önce buyur gökyüzüne çıkardı bizi kaz dağlarına kulaklarımızda yunan radyosunun mecburi ezgileri etti Ezine peyniri ile sonra davet etti Akçay’dan ekmek alarak geçtik ana baba sofrasına. Selam sana ören ağırla bakalım gün ağarmadan.



                                                                                                                                              1.1.11