6 Aralık 2011 Salı

Film yazdırmalı

Uzun zamandan sonra yazdırdı bana bir film; Dedem'in insanları. Yazacağım başka şeyler var ama orda söylediği bir cümle çok dokundu kanıma "Hiçbir mahlukat yapmaz dünyada insanın insana yaptığı zulümu" akrepte yokmuş insandaki zehir. Evrendeki bütün mahlukatlar bir araya gelirmiş, dile gelirmiş, söze gelir bazen de görmezden gelirmiş. Ama insan; ezip, yakıp, yıkıp geçermiş. Zaten özetide budur benim halkımın şu anda ki durumu. Ne gerisini anlamış şimdiye ne de berisini. İlerisine zaten kafasını kaldırıp bakacak durumu yok ki. Vermişler eline kredi kartını, ipadi, androidi.




divit kıvamında

29 Temmuz 2011 Cuma

Küçük Langa

Uzun bi yokuştan şağı inerdik. Anneannemin evine ulaşmak için ana caddde oturuyordu. Çok işlek bi caddeydi. Eskiden buralarda oturmak çok forsluymuş şimdi ise çok fos. Küçüktüm anlamıyordum arka sokağında sinema bile vardı. Ne güzel diyordum. 2 film birden sinemasıymış güzel sinema genede. Evi küçücüktü o ufak tefek pamuk anneannemin evi. Ondaki yemekler bütün ailemin hatta arkadaşlarımın yani tadmaya vakıf olanların hala damağındaydı. Semt eskisi kadar güvenli değildi. Ama manzarası güven veriridi kuşatılmış kum gemilerine bakardı . Boğaz manzarılı değildi. Deniz manzaralıydı. Ben taksileri sayardım caddeden geçen. Artık nefret ettiğim çoğu zaman küfür ettiğim o sarı taksiler bitmezdi geçmeleri. Yakınlarda samatya hastanesi vardı. Diğer tarafta laleliydi. O kadar karışık ki duygularım ne hatıralarım net ne de hatırlatanlarım. Bazen en yakınımızdaki insanların size neler kattığının hiç farkında değilsiniz değilim. Şu satırları yazmamda hiç mi  emeği yok acaba çöpçülerin. Her nefes gibi yaşanılan her an şekillendiriyor gelecekleri. Geçmişinizi çoktan oluşturdu bile size sizi katanlar. Derken sene oldu 2011 anneannem gözlerini yumdu hayata. İki ay mücadeleden sonra hastanede yenik düştü ondan daha güçsüz olan hayata. Ondaki hayat sevgisi çoğumuzda yok diyorum. Onun gibi yaşama sevinci olan yüzbin kişi yanyana gelse. Zaman akmayı onlarla daha fazla beraber olmak için mazallah günü 34 saat yapar onlardaki yaşama sevinci. Çekilmez istanbul be otuz dört saat. Gitti anneannem hala farkında değilim aslında O mu gitti ben mi burdayım hala. Burhaniye Örenden yolculadık onu ebediyete cennete kim ne sevilir oralarda da pamuk anneanne. Mekanın cennet olsun Allah  senden razı olsun ANANE.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Bir eleştiri yazısıdır

    Bu yaziya nasi baslayacagim ama gene bir elestiri yazisidir bu. Yıl 2011 mayis ayı başı. Basketbol ligleri son sürat devam ediyor. Geçen sene milli takimimiz Dünya 2. si oldu.Bizi ekranlara kilitlediler herbiri bir efsane oldu gözümüzde. Belki de zirve denilebilecek yıllar basketbol tarihi için ülkemizde. Dünyada türk basketbolcularimizin adi aniliyor ama yalnizca "Türkiye" ve "Amerika"da. Maalesef avrupada pasaportumuz dolayisi ile oynama sansimiz çok az; birakin bosmanı `çömezman` bile vermezler bu lobicisizlige ilgisizliğe. Buna rağmen Beko Basketbol liginin seyir zevki (hakem kararlari hariç) oldukça yüksek.
    Şöyle uzun yıllara nazar baktığınızda, gözle görülür bi görsel değişim var masa hakemlerinin masalarında etrafında iki tane TB2L ya da TBL yazan kutular, ışıklı oklar takım elbiseli coachlar. Hakemler hala masa ile aynı maddeden. Değişim rüzgarından eser yok. TB2L Final four oynaniyor BEKO basketbol liginde oynamak için. Maçları izliyorum bizim oyunucularımızı yani Türk oyuncuları. Hemen hemen hepsi düzgün bir avrupalı oynucularıymış gibi izliyorum onları, oyun bilgisi, saha görüsü, pick and roll oyunlari, savunmadaki rotasyonu uyumu ile zevk veriyorlar izleyenlere. Tabi ki yeni jenerasyonun daha da iyi oynuyor ve oynamaları çok hoşuma gitti. Sonra baska bir maç haberi aliyorum. İzmir tarafından egenin en dişli takımı Karsiyakayi (öyle bir taraftarla herkes oynamak istesede kimi zaman streste yaratır) iki genç oynucu sirtliyor BEKO lig beşinciliğini garantiletiyorlar. Altyapı milli takımlarımız seviyesinde yurtdışından hergün güzel haberler geliyor, okuyoruz. Yakinda ikinici lig iki yabancili sisteme dönecek. Bahis siteleri işin içine girdikçe rant artacak, kazanmak hersey olacak kaybetmenin asaletini öğrenmeyi unutacak genç oynucular bir yandan da özünü altyapisinin yok olma noktasinda olan takimlar nesli tükenen türlere eklenecekler.   
      Genel olarak fikrim: İyi oynucu hiçbir zaman takıma zarar vermez aksine diğer oyunuclarıda yukarı çeker. İki yabancı olsun 2.ligimiz seyir zevki artsın ilgi çeksin. Bunu gerçekleştirmek için önce senin pasaportun avrupada ya da herhangi bir basketbol ülkesinde saygı görmeli. Oyuncularını teşvik etmelisin. BEKO basketbol ligindeki yabancı sayısını düşürmelisin ki. Senin ikinci ligin, birinci lig seviyelerine yaklaşabilsin ilgi çeksin. Herkes biliyor takımına yabancı oynucları doldurup havada uçuşan adamları izlettirip günlük hesapları kurtarmayı. Bir süre sonra havada uçan adamları değil isimlerini kazandıkları zaferlerle efsaneler arasına yazdırmış kendi basketbolcularını izlemek isteyecek insanlar göreceksiniz. Geç olacak. Hep bu başımızdakiler yok mu diye söylenip duracağız.Devşirme basketbolcuları söylemiyorum bile.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Taze Bitti Ajans vizonTL de










 Bu yazıyı kim okuyacak kim bilir.. Belki on kişi belki yüz  belki de bin yok artık çılgın proje. Egede küçük bi kasabadan yazıyorum yazılarımı bu aralar. Bozulmasın aralar :) kıskanmayın ya da varsın kıskanın! bırakın büyük şehirleri gelin sahillere rakı içelim, sevgiden aşktan bahsedelim, ateş yakalım. En sevdiğim ateş friendly fire. Onu da en son Bodrumda değirmen tepede yaktık. Öyle sıcak sıcak baktık dostlarla. İstanbul da yaşadıktan sonra burda  yavaş akar hayat, çay bitmez su bitmez, yürüyüş bitmez, esinti bitmez, hayal bitmez, yolu söylemiyorum bile. Burda ne biter biliyor musunuz? Umut biter, iş biter, gelecek hayalleri biter. İzlenen her ajans (eskiler ajans der haberlere) televizyondan o karakutu varya alır götürür umutları, hayalleri, yarınları. Çıkar bi çılgın aptal yerine koyar insanları yüzlerine yüzlerine istismar eder en kıymetli değerleri. Mındar eder kendi gibi tvdeki daha öneli haberleri..

30 Nisan 2011 Cumartesi

more than ever people


Cok begendim bu sarkiyi
inanilmaaaaaaz guzel bi sarki
onu dinlerken belki bir mekanda belki arabada ya da bi kizin evinde ya da bir filmin icinde olabilirisiniz. bu sarki sizi olmak istediginiz yere goturmeyecek ne aksam ustu kumsalina ne de bir filmin karesindeki elele yuruyus yapan bir cifte. Sizin o andaki ruhunuza es olacak kardes olacak. Belkide tadinizi damaginiza vuracak. Resimler gelecek gozunuzun onune ama hicbirini secmeyeceksiniz. Belkide hepsi fluya ya da fulyaya ya da full remembers olacak.
 Ben yataktaydim..
olmak istedigim yerde.

21 Nisan 2011 Perşembe

Etek Altı

Haberler, konuşmalar, düşünceler, savlar, laflar, yazışmalar, yazılanlar. Nereye gittiğini bilmediğimiz yüzlerce söz laf lakırdı. Etrafımızda dönen dünya O dünyanın içindeki küçücük dünyalılar yani bizler. Habersiz niteliksiz yaşamımızı sürdürüyoruz. Kulağımda güzel bi müzik çals ada memnun değilim hayatımdan. Yüzüne bakıp yalan söylenmesi gibi her gün duyduğum günaydın haberleri. 
Kimi doyuruyor yada bu kadar mı basit aslında insan yapısı bu kadar mı kolay alışıyor yarınsızlığa. Yarınını bilmeden yaşamak tamam eğlencelidir. 
Bazen plan yapmamak hayatta. Zaten kimse bilemez  yarınını ne olacağını. Buna rağmen ülkende bişeyler etrafındaki dünyanda yolunda gidiyordur. Gelişen bişeyler vardır. Sen ilahi palnından cıksanda ara sıra. Plan aramakla geçmemeli hayat,  hayatın düzene giremeden bitmemeli belkide gençliğin. Yaşlanmanı hayal ettirecek kadar yardım etmeli sana yaşadığın ülke. Fersah fersah güzelliği barındıran bu ülke çok daha fazlasını vermeli. Neden bu denli haram bize bu topraklar. Neden yoktan var etmiş ki benim cumhuriyet insanlarım bu ülkeyi. Yapmasaydınız keşke o zaman belki anlarlardı sığıntı gibi namaz kılmanın ne anlama geldiğini başka ülkelerin etekleri altında.

2 Ocak 2011 Pazar

399km476km190km

İki gün geçti ömrümden dolu uzundu yolu. Ankara’dan başladı. Kaos şehrine uğradı. Orda durdu, baktı, gördü, tattı, hissetti, aldı, verdi, şaşırdı ve sonunda midesini bozdu. Dostlarla geçen güzel gecenin sonu da başlangıcı gibi erken son buldu. İstanbul trafiğinde kalmama korkusu topladı erkenden bizi bir araya. Devam etti yoluna Marmara’nın yanından. Silivri Yeni çiftlik, Tekirdağ derken açtım gözümü Eceabat sularında. Midemi bozduğumdan uğradığımız temiz opet tuvaletlerini saymazsak. Doğayı bu kadar kirletip tuvaletleri bu kadar temiz tutan bir sosyal sorumluluk projesi. Sosyal sokumluluk ama hissettirmeme projesi. Ağabeyim sürmese arabayı ne giderdim ne uyanırdım ne de görebilirdim anamın babamın sevincini. Kendime geldiğimde abim kahve içiyordu yanımda arkasında gırtlağına kadar Çanakkale’ye bulaşmış bi manzara. Midem de yılbaşının pis boğazı gözümde Türkiye’nin kızıl kumlu boğazı. Elimde bir sıcak çay ki, elimde ısındı yüreğim de;

Ağabeyim : Kahven var mı ağabey ?

Çaycı ağabey: var ağabeycim.

A: bir sade bir orta kahve alabilir miyiz?

Ç: tamam ağabey ama siz çeyrek geçeye mi bineceksiniz? Ben bir bakayım kaç dakika var.

Zordu rastlamak istanbulda böyle şeylere etkilenmişti abim. Uzun süredir yaşadığı bayalıklar onu canından bezdirmişti. Ucuz ilişiklerle pahalı bi şehirde ticaret yapmak zorundaydı çünkü. O zaten severdi ince düşünceyi, nezaketi İstanbul’un kabalığına inat. Kilitbahir açtı egenin sıcak kapısını içten bi klik sesiyle. Önce buyur gökyüzüne çıkardı bizi kaz dağlarına kulaklarımızda yunan radyosunun mecburi ezgileri etti Ezine peyniri ile sonra davet etti Akçay’dan ekmek alarak geçtik ana baba sofrasına. Selam sana ören ağırla bakalım gün ağarmadan.



                                                                                                                                              1.1.11